Sayfalar

1 Mayıs 2012 Salı

MEDRESEDEN ÜNİVERSİTEYE


      Medrese, müslüman ülkelerde orta ve yüksek öğretimin yapıldığı eğitim kurumlarının genel adıdır. Türk İslam devletlerinde medrese geleneği Karahanlılarda başlamıstır. Osmanlı devleti devrinde ilk medrese Orhan Bey zamanında 1330 yılında Orhan Gazi Medresesi olarak İznik'te kurulmuştur. Daha sonra Osmalı Devleti'nin sınırları nın genişlemesiyle beraber Bursa ve Edirne başta olmak üzere pek çok şehirde medreseler açılmıştır.
      Bu yukarıdaki bilgiler herkesin bildiği kitaplardan okuduğumuz Medreselerin, Osmanlıdaki eğitim kurumlarının kısaca tarihçesini anlatan bilgilerdir. Ben bu yazımda size birinci ağızdan bu medreselerden birinde eğitim görmüş olan dedemin bu medreselerde eğitim vermiş olan ve müderris adı verilen babasından gördüklerini, eğitim sistemini, disiplini, eğitim gördükleri yeri ve zamanın şartlarını dedemin bana anlattığı kadarıyla aktarmaya çalışacağım.

     Öncelikle dedemin babası müderris Durmuş Hocayı anlatmakla başlayacağım yazıma. Durmuş Hoca Osmanlının son dönemlerinde Balkan savaşı ile kaybedilen topraklarda öğretmenlik yapan, Osmanlı döneminde Kırcaali ilinde eğitim almıs daha sonra Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan ve harf inkilabı olduktan sonra İstanbul'a gelerek bu yeni alfabenin eğitimini almış bir eğitmen, bir müderristir. Durmuş Hoca Kırcaali  ilinin Bezirgan ismindeki merkez köyünde ikamet eden bir şahsiyettir. Bu merkez köye bağlı birkaç köy daha vardır çevre köylerdeki halk camiye ve medreseye Bezirgan merkez köyüne gelmektedir. Köyde egitim önceleri köy odalarında yapılmaktaydı, köy odaları 2 bölümden oluşmaktaydı. Birinci bölüm köy dışından gelen kişilerin ağırlandığı genelde odaların alt katında olan misafirin ihtiyaçlarının tümünü karşılayan ( Atını bağlayabileceği ahırı olan banyosu olan yerlerdir. Bu kısımda mutfak kısmını söylemedim çünkü bu baska köylerden gelen kişiler bir diğer ismiyle yolcular geldiğinde köylüler tarafından Türk kültürünün Osmanlı Örf ve adetlerinin çok yoğun yaşandığı ve kesinlikle Avrupa'dan etkilenmemiş, bozulmamış geleneklerinden dolayı misafir olarak karşılanırlardı ve Osmanlı kültüründe misafire hizmet çok önemli bir yer tutardı. Köy halkı tarafından her öğün evde yapılan yemeklerden misafire götürülür, yatacağı yatağa temiz çarşaflar serilir, atı için yem tedarik edilirdi. Bu köy odalarının ikinci katı ise vakit namazlarında cami olarak namazlardan sonra ise civar köylerden gelen öğrencilere bir nevi okul olarak yatsı namazından sonra ise köyün ileri gelen ağaları hocaları ve esnaflarının oturup sohbet ettikleri ve kültürümüzde çok önemli olan yerlerdir.

        Durmuş Hoca bu köy odasında eğitim vermeye başlamış daha sonra yine bu odada bir yatsı namazı sonrası alınan kararla köye merkezi bir cami yapılması kararlaştırılmış ve köy halkı toplanarak genci yaşlısı kadını çocuğu herkesin çabası ile cami yapılmış ve yanına medrese olarak bir oda yapılmış ve Durmuş Hoca eğitim vermeye burada devam etmiştir. Medresede eğitim şekli ve disiplin son derece önemli bir yer tutmaktaydı. Öğrenciler hocanın karşısında hilal şeklinde dizlerinin üzerinde önünde tabureleri olacak şekilde muhteşem bir nizamla oturur hocanın dersini saatlerce düzenlerini bozmadan dinlerlerdi. Hafız olarak yetiştirilecek öğrenciler, hocanın öğrencileri zamanla tanımasıyla belirginleşir ve hoca o öğrencilere ders haricinde de eğitim verirdi. Eğer sınıfta bir öğrenci taşkınlık yaparsa hoca onu dövebilir ve ailesi de hocaya destek verirdi. Medreselerde cok sıkı bir eğitim vardı, verilen ödevler kesinlikle yapılır ezberler öğrenilirdi, bunların yerine getirilmemesi gibi bir durum söz konusu dahi olamazdı, hocaya kesinlikle karşı çıkılmaz karşısında lakayık tavırlar sergilenmezdi. Bu medreselerde ilk sırada dini bilimler sonrasında pozitif bilimler okutulurdu. Dini bilimlerde kuran ve meali ezberletilir ve bu meale göre nasıl yaşanması gerektiği öğretilirdi. Pozitif bilimlerde ve Dini Bilimlerde gelecek vaad eden öğrenciler köy okullarından daha üst eğitim kurumlarına gönderilir ve Osmanlı Aydınları ailesine kazandırılırdı.

     Günümüzde de kanıtlanmış olduğuna göre bir çocuğun en verimli öğrenme çağı 6-10 yaşları arasıdır, bu zaman zarfında çocuğa verilen eğitim ve kazandırılan alışkanlıklar çocuğun ömrünün diğer kısmında yaşayacağı hayatı şekillendirmektedir. Bu zamanlarda verilen eğitim ve çalışma disiplini çocuğun bilinç altına yerleşerek onun ileride  o disiplinle çalışacağı için çok daha başarılı olmasını sağlamaktadır.

  Osmanlı dönemindeki bu 4 yıllık süreç günümüzde 12 yıla çıkmıştır bu 12 yıllık eğitim süreci bana göre ülkemizi geriletmekten başka birşey değil aksine zaman kaybıdır. Bir çocuk bu 12 yıllık eğitim döneminde 4.sınıfa kadar sadece okuma öğreniyor 4. sınıftan sonra fen bilimleri sosyal bilimleri görmeye başlıyor. Lisede de bunları tekrar ediyor. Bu sistemin yerine olması gereken; 4. sınıfa kadar okuma yazma öğrenmenin dışında ( ki bu okuma yazma öğrenme işi en fazla 1 dönemde geçilebilir. ) fen bilimleri ve sosyal bilimler konusunda temel bilgiler verilerek 4. sınıfın sonundaki bir sınavla bilgi açısından kendisini yetiştirebilecek öğrenciler seçilmeli. Seçilen öğrencilerin liseye baslaması ve bu lıselerın de genelde laboratuar ortamı vb tüm araçlar ile donatılması ve gelişime açık ogrencılerın bu laboratuarlar sayesınde özel bir eğitime tabi tutulması ve en onemlı caglarını gereksız bilgileri alarak heba etmemesı gerekmektedir. Bu lise eğitimi sonunda sivrilen öğrencilerin üniversitelere alınması buralarda artık kendi görüşlerini ispatlarını yapmaları sağlanmalı bunun içinde profesörlerin o öğrencilerle ders konusunda çok disiplinli ders dışında adeta arkadaş gibi olmaları gerekmektedir . Eğer bu yazdığım sistem hayata geçerse inanın ki Türkiye gençliği Osmanlının Fatih dönemindeki, Kanuni Sultan Süleyman dönemindeki aydınlar gibi dünyanın gıpta ettiği aydınlar bilim adamları olup dünyanın gidişatında önemli yerlere sahip olacaklardır.İşte o zaman Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki gücüne kavuşmuş olacaktır.

0 yorum:

Yorum Gönder